Hepimizin aşağı yukarı üzerinde hemfikir olabileceğimiz konulardan biri ne yazık ki toplumda yaşanan yozlaşmanın boyutları. Sosyal medya platformları ve bazı TV programları da adeta bu yozlaşmayı körüklüyor. Bahsettiğimiz çöküşün etkileri, başta nezaket, görgü kuralları, toplumsal işbirliği, dayanışma ve aile yapısı gibi sağlıklı bir toplumu ayakta tutan tüm değerler üzerinde görülüyor.
Hükümet de bunu fark etmiş olmalı ki bir takım tedbirler almayı gerekli gördü. Anadolu Ajansının 11 Aralık 2023 tarihinde geçtiği habere göre, ortaokullarda "görgü kuralları ve nezaket", liselerde "adabımuaşeret" isimli seçmeli derslerin müfredatı hazırlandı. Bu olumlu bir gelişme, ancak bir küçük detay var paylaşılan haberde. Tekrar okursanız siz de fark edeceksiniz, bu ders “seçmeli” olarak düşünülmüş. Kanaatimce bunun tekrar gözden geçirilmesi yerinde olacaktır. Böyle bir dersin planlanması her ne kadar isabetli bir karar olsa da, amacına ulaşılabilmesi için, ders seçmeli değil zorunlu olmalıdır. Ancak bu şekilde özellikle gençlere ve çocuklara, en azından eğitim kurumları kanalıyla temel adabımuaşeret terbiyesi verilebilir.
Peki, müfredata bu dersin konulması ile sorun çözülecek mi? Dersin içeriği yeterli mi? Elbette olumlu bir adım ama yeterli değil. Bunlara ilave olarak, çevre duyarlılığı, çevreyi kirletmeme, çöp atmama, geri dönüşüm çöpleri ayrıştırma, yaban hayata müdahale etmeme, canlıların neslini koruma, suyu iktisatlı kullanma gibi çevreye duyarlılığı geliştirecek evrensel değerlere de eğitim sisteminde yer verilmeli. Trafikte, ticarette, hastanede, konserde, ormanda, toplu taşımada nasıl davranılır gibi daha birçok konu yine bu kapsamda değerlendirilebilir.
Müfredata ders koymanın dışında başka ne tür tedbirler alınabilir? İlk bahsetmek istediğim konu, ne yazık ki televizyonlarda her gece milyonları ekranların başına toplayan yerli diziler. Gençleri ve çocukları zararlı alışkanlıklardan korumak için ciddi bir hassasiyet gösteriliyor ve ekranda tütün ürünleri, alkollü içecekler buzlanıyor. Aynı şekilde kanlı görüntülerde de kan ve renk buzlanıyor. Bu birçok medeni toplumda da uygulanan ve bence de yerinde bir yöntem. Ancak trajik komik olan ise, örneğin sahnede yer alan mafyatik bir karakterin, bir diğerinin kafasına silah dayayıp “sıkayım mı gafana” derken, o anda sadece kadrajda görünen kadehin sakıncalı görünüp buzlanması. Oysa alkol ve tütün için gösterilen gayet anlaşılır ve yerinde olan bu hassasiyetin, özellikle suç ve şiddet (hatta daha spesifik olarak kadına şiddet, çocuğa şiddet ve organize suç örgütleri) gibi konuların dizilerde böylesine hoyratça ve ulu orta işlendiğinde de gösterilmesi gerekiyor. RTÜK tarafından konulacak standartlar ile diziler üzerinden suç ve suçluyu özendirmenin önüne geçilebilir.
Televizyon kanallarının etkisi sadece dizilerle de sınırlı değil. Yemeği yapan ev sahibine ve nimetlere hakaretler eden yarışmacıların olduğu yemek programları, kimin kimi kiminle aldattığına aklımızın yetmediği gündüz kuşağı programları, bu gayri ahlaki davranış ve ilişkilerin normalmiş gibi algılanmasına ve kanıksamaya neden oluyor. Belki hayatımız boyunca ne göreceğimiz ne duyacağımız hadiseler her gün ekranlarda bağıra çağıra saatlerce karşımızda sergileniyor. Bunun yaratacağı sosyal deformasyonu konunun uzmanları daha iyi açıklayacaklardır.
Sosyal medya konusuna ise girmek dahi istemiyorum. Yaşanan rezillikler hepimizin malumu. 3-5 beğeni 2-3 paylaşım için atılan taklalara, sergilenen seviyesizliklere ibretle şahit oluyoruz. Yapanların yaptıkları bir yana, saatlerini sosyal medyada geçiren, sürekli ekranı kaydıran, ellerinden telefonu düşürmeyen bizlere ne demeli.
Berkeley üniversitesinde 2020 yılında yapılan “Prososyal modelleme: Bir meta-analitik inceleme ve sentez” başlıklı çalışma, iyilik yapmanın bulaşıcı bir etkisi olduğu sonucuna varmış. Çalışma bunun ancak bir şartla mümkün olabileceğini de eklemiş: Olumlu sosyal davranışların olumlu bir şekilde güçlendirildiği bir sosyal ortamın mevcut olması durumu. Yani yardımsever insanların ödüllendirilip övüldüğünü görmek diğer kişilerin iyilik yapma olasılığını artırıyor. İyilik bulaşıcıdır, ancak bu davranışın daha fazla taklit edilebilmesi için olumlu bir şekilde pekiştirildiği bir sosyal ortama ihtiyaç var.
Şimdi hep birlikte TV’de en son izlediğimiz haberleri bir hatırlayalım. Haber kuşağı içeriğinin çoğunluğu genelde hangi konuları işliyordu? İyi haberlerden çok aklımıza kötü haberler geliyor, değil mi? Görsel ve Yazılı basına baktığımızda çoğunlukla en popüler haber değeri taşıyan konuların, kazalar, cinayet, hırsızlık, soygun, dolandırıcılık gibi suçlar, dedikodu ve magazin haberleri olduğunu görüyoruz. Oysa yukarıdaki çalışmayı dikkate alırsak, haber gündeminde sanat spor tarım bilim ve teknoloji alanındaki başarılı örnekleri ve yardımseverliği dayanışmayı vurgulayan haberleri ön plana çıkardığımızda, iyiliğin ve başarının yaygınlaştırılmasında, olumlu davranışların teşvik edildiği bir sosyal ortamın oluşmasında çok etkili bir adım atmış oluruz.
Akıl Oyunları (A Beautiful Mind) filminden hatırlayacağınız ünlü Matematikçi John Nash’in matematik prensiplerini yazdığı ve bir diğer ünlü matematikçi olan John von Neumann ile modern şeklini alan, “tutsak ikilemi” de denen Oyun Teorisinden bahsetmek istiyorum. Bu teori genellikle pazarlık, rekabet, işbirliği ve koordinasyon gibi ekonomik davranışları analiz etmek için kullanılır. Ancak biyoloji, psikoloji ve siyaset bilimi gibi diğer alanlara da uygulanabilir.
Oyun teorisinin en yaygın kullanım alanlarından biri de sosyolojidir. Sosyolojide özellikle toplumun bireylerinin birbirleriyle olan etkileşimlerini açıklamaya çalışan sosyal etkileşim çalışmalarında kullanılan etkili bir yöntemdir. 1980 yılında Michigan Üniversitesinden Siyaset Bilimci Profesör Robert Axelrod, bir bilgisayar programı marifetiyle farklı stratejiler uygulayan sanal bireylerin yer aldığı bir Oyun Teorisi turnuvası modellemiş ve çok çarpıcı sonuçlar elde etmiş. Sonuçlar üzerinde şans faktörünü minimize etmek için, çalışmada her bir sanal birey 200 oyun oynamış ve turnuva 5 kez tekrarlanmış. 7 İşbirlikçi dayanışmacı sanal birey ile 8 oyunbozan ve aldatıcı sanal birey farklı rol seviyelerinde bu turnuvada karışık olarak birbirleriyle karşılaşmışlar. Sonuç ilginç. Kazanan, işbirliğine en açık olan ve “kazan kazan” ilkesi ile hareket eden ve hatta en kısa kod satırına sahip en basit stratejiye sahip olan “Tit For Two Tats” isimli “iyi” karakter olmuş. Sonuç bununla da kalmıyor. 15 Sanal bireyin katıldığı turnuvada ilk 7’ye girenlerin tamamı dayanışmaya ve işbirliğine açık olan bireyler. Kazanan sanal bireylerin özellikleri incelendiğinde 4 ortak özelliğe sahip oldukları görülmüş.
1. Öncelikle hepsi “iyi” bireyler, sadece kendileri kazanmak ve karşı tarafı sinsice planlarla alaşağı etmek niyetiyle hareket etmeyen karakterler.
2. Diğeri ise “affedici” özellikleri olmaları, karşı tarafın hatalı hareketini ölçülü bir misilleme ile cevapladıktan sonra o hamleye takılıp kalmadan kazan kazan stratejisine geri dönebilmeleri.
3. Özellikleri ise “misilleme yapmaları” yani olumsuz bir hamle aldıklarında ölçülü bir karşılık vermeleri. Ben bunu toplumda gördüğümüz olumsuzluklara tepkisiz kalmamak olarak yorumladım.
4. Son özellik ise açık ve anlaşılır olmaları. Bir güvenlik modeli kurulabilen sanal bireyler olmaları. İzledikleri stratejinin nasıl iki taraf içinde kazançlı çıkmak olduğunu tutarlı güvenilir davranışlar ile karşı tarafa iletebilmeleri.
Son olarak, bilim insanı bu çalışmayı, 1000 jenerasyon boyunca süren ve birey yerine birey kolonileri ile yaptıkları daha kapsamlı bir senaryoda tekrarlamışlar. Hayatta kalan ve alanın hâkimi olmayı başaran koloninin, en başarılı sanal birey olan “Tit For Two Tats”’in kolonisi olduğu görülmüş. Teoriyi ve deneyin detaylarını merak edenler internetten çalışmaya ulaşabilirler.
Bu deney üzerinde düşünmek gerekiyor. Toplum olarak akılcı olmaya, ahlaki, evrensel ve geleneksel değerleri korumaya ve yaygınlaştırmaya, gelecek kuşakları bu değerler ile yetiştirmeye ihtiyacımız var. Öyle ki, 1000 nesle gerek yok ama, 10 nesil sonra bu yazıyı okuyanlar “keşke görgü kuralları nezaket ve adabımuaşeret dersleri seçmeli değil de zorunlu ders olsaydı, belki şimdi her şey başka olurdu” demesinler