Sadakatsizlik, modern çağın en yaygın ama en gizlenen zaafı. Kimse adını koymak istemez. Herkes biraz “öyle gelişti” der, biraz “bunu da hak ettim”e sığınır. Ama sadakatsizliğin ortak paydası nettir: Kendi hayatını taşıyamayan insanların, başkalarının omzuna abanarak yürümeye çalışmasıdır.
Sadakatsiz insan, öncelikle yorgundur. Ama bu yorgunluk, yoğun iş temposundan ya da şehir trafiğinden gelmez. Bu, kendi duygularını yönetememekten kaynaklanan bir yorgunluktur. Bir bakıma duygusal kasları zayıftır bu insanların. Kendilerine dair bir fikirleri yoktur. Ne istediklerini bilmezler, ama neye tahammül edemediklerini çok iyi bilirler. Ve tam da bu yüzden, ilk fırsatta bir “başka”ya sığınırlar.
O “başka” dediğimiz şey bazen bir insan, bazen bir iş, bazen bir kaçış noktasıdır. Ama hepsinin ortak noktası şudur: Kendilerinden uzaklaşmak isterler. Çünkü kendilerine bakınca gördükleri şey hoşlarına gitmez. Bu yüzden de en çok, aynalara mesafelidirler. Her gün kendi suratına bakıp “ben buyum” diyemeyen insanlar, başkasında var olmaya çalışırlar. Ve adına da özgürlük derler. Hadi oradan.
Gelin, şu sahneyi birlikte düşünelim:
Kendi evinde, kendi yatağında bile huzur bulamayan biri… Aynaya bakarken gözlerini kaçıran, evliliği içinde sıkışmış gibi hissedip, dışarıda özgürlüğü ararken, aslında zincirleri daha da sıkılaştıran biri… Her sabah yüzüne sürdüğü nemlendirici gibi, bir yalan daha sürüp çıkıyor evden: “Ben iyiyim, hayatım yolunda.”
Oysaki o hayat, çoktan yokuş aşağı yuvarlanmış. Aldatma eylemi, bunun yalnızca görünür noktası. Derinlerde, bir ömürlük tatminsizlik, çözülememiş çocukluk meseleleri, başkalarının gözünde “başarılı” görünme telaşı var. İlişkilerde güven biterken, özgüven illüzyonuna sarılan bu insanlar, ihanetin peşine düşüp aşkı sandıkları seraplara koşuyorlar. Halbuki o yolun sonunda ne aşk var ne özgürlük. Sadece biraz daha kırık dökük bir benlik.
Sadakatsizlik aslında çok sıkıcı bir şeydir. İlk bakışta heyecanlı gibi görünür; yasak, gizli, yakalanma riski... Ama işin aslı şudur: Aynı kurguyu defalarca tekrar etmek zorunda kalan, özgün hiçbir fikri olmayan, sadece anlık ilgiye bağımlı bireylerin döngüsüdür bu. Tıpkı kötü yazılmış bir dizinin, sonu tahmin edilebilir bölümleri gibi.
Sadakatsiz insanlar sanıldığı gibi cesur da değildir. Aksine, en büyük korkaklardır. Gerçek duygularla yüzleşmekten korkarlar. “Ben mutsuzum, ben eksildim, ben yeterince iyi değilim” demek yerine, “hayat kısa” diyerek kestirme bir yola saparlar. Sonra o yol, onları tam da kaçtıkları çıkmaza götürür. Çünkü bir insan sadık değilse, hiçbir yerde uzun süre kalamaz. Ne bir işte ne bir ilişkide ne de kendinde.
Ve şunu unutmayalım: Sadakatsizlik sadece bir eylem değil, bir haldir. Bu insanlar mesajlara geç cevap verir, sözlerini yarım bırakır, hep bir “belki”nin gölgesinde yaşar. Asla net konuşmazlar çünkü ne hissettiklerini bile bilmezler. En büyük özellikleri, her cümlelerinin sonunda “aslında…” demeleridir. Cümle tamamlanmaz çünkü hayatları da tamamlanmamıştır.
Kendini kandıranlar kulübünün üyeliği ücretsizdir ama bedeli çok ağırdır. Çünkü bu hayat, en çok dürüst olmayı göze alabilenlere iyi davranır. Geri kalanlar içinse ne yazık ki sürekli yeniden başlanan, ama hiç bitmeyen bir pişmanlık döngüsüdür.
Bir gün bu döngüyü kırarlar mı?
Ancak kendilerine bir gün gerçekten sadık kalabilirlerse.
Ama biz o güne kadar, dürüstlüğün sessiz ama sarsılmaz konforuna yaslanmaya devam ederiz. Çünkü sadakatsizlik bulaşıcıdır. Ve bazı mikropların, mesafeyle temas etmesi en iyisidir.