Sabah uyandığında, “Neredeyim ben?” diyorsan muhtemelen ertesi gün de başka bir yerde uyanacaksın ve yine yanlış yerdesin.

Kadınlarla her zaman iyi anlaşan bir kadın oldum. Saçma sapan mizojinist tavırlarım, doğduğum ev sebebiyle asla mümkün olmadı ve iyi ki de olmadı. Bu sayede de çok güzel kız arkadaşlık ilişkilerim olmuştur.

Ama üzüldüğüm şu ki benim içlerindeki, dışlarındaki her yönden cevherini gördüğüm tatlı arkadaşlarıma yapılan, terimsel karşılığa oturtulmuş davranış bozuklukları.

Erkeklerin kader mahkûmu gibi “Abi piyasada kız yok!” tavırları, mıç mıç ondan ona koşup ilişkimsi bir şeyler kovalamaları ve bu donanımlı kadınlara kendilerini kötü hissettirmeleri, bunu da jenerasyon, çağ gibi anlamsız şeylerle meşrulaştırmaları, uyduruk geliyor kimse kusura bakmasın. (Burada misandri yapılmamaktadır, duyar kasmayalım.)

Kimse sizin doyumsuz egonuzun ve libidonuzun sergilediği anlık şovların meraklısı değil, insanlar gerçekten ayırdıkları o vakti romantik bir amaç uğruna ayırıyorlar.

Y kuşağı cinselliği geç keşfetti. Sorun bu, olay bu.

Benim zamanımda üniversitede bekaret, tek eşlilik çok önemli kavramlardı ve bu kavramlar tabu olan, konuşulmaya çekinilen konulardı. Şimdi sosyal medyada cümle içerisinde üç dört tahrik edici kelime kullanılmazsa ilgi görmüyorsunuz.

O dönemin iyi aile çocukları şimdi playboy olduklarını düşünüyorlar, o dönemin evlenilecek kızları da Samantha Jonesculuk oynuyorlar.

Ağzımız açık izlediğimiz Sex and the City bölümlerini her Cuma, Cumartesi bir şekilde kendi hayatlarımızın pratiğinde görmeye başladık farkında mısınız?

Anadolu topraklarında da alttaki tarhana kokusu silinmiyor, sakil duruyor…

2000lerin başında, otuzlarının doruklarında, yalnızlığından dert yanan havalı bulduğumuz New York bekarlarının ucuz bir replikası olup, yalnız yaşadığımız evlerde “Ay her şeyim var ama bir şeyler eksik” diyoruz.

Dolaplar o kadar Manolo Blahnik dolu mu bilemem ama midemiz tepesine kadar Cosmopolitan dolmuş durumda.

Hiç de sevmem…

Türk’ün cosmosu tabii ki rakı.

İşin eğlenceli kısmı bir yana, bu yalnızlığından sıkılmış yeraltı edebiyatının külliyatını yemiş yutmuş, sigara ve alkol bağımlısı, davudi ses tonlu erkeklerin bir gün sıkılıp evleneceği kızlar olacaksınız. Ellilerine doğru yine aynı kader mahkûmu tavırlara girip bu sefer de iş yerindeki sekreter kızla dertleşmeye başlayacak ve senaryoyu biliyorsunuz.

Gelelim bu işin kadınlar kısmına, korkudan ne yapacağını bilmez halde ilk karşısına çıkan adamla evlenip, sonrasında sevişmeyi bir kenara bırakın, ortak fatura ve kredi ödemekten öteye gidemedikleri adamları ilgisizlikten rüyalarında bile aldatır hale gelecekler.

Neyi nasıl hallettiğimize bakar mısınız?

Yalnız kalma korkusunu koskoca bir hayata takas ediyoruz…

Yazık!

Bu bir sonraki hayatımızın provası mı bilmiyorum ama deneyimlediğimiz her şeyin bir mantığa oturması gerekiyor farkında mısınız?

Çünkü çok methettiğiniz ve linkini bıraktığınız bu çağda, sevginin hakikaten ne olduğunu unutmuş durumdayız.

İnsanlarda neyi seveceğimizi bilmiyoruz.

İyi anlaşmayı mı? Konuşabilmeyi mi? Roma’da poz verip story atmayı mı? Havuz başında mankenlik mi? (Kızlar =)

Ahmağın biri çıkmış tek eşliliği yeniden moda haline getirmeliyiz diyor. Düşünceler bile HIV pozitif inanılmaz…

İkili ilişkilerde olması gerekeni meziyet gibi sunuyorlar, ölümü gösterip sıtmaya razı ediyorlar. Üst akıl gibi, akil insan gibi kalkıp anlamsızca yorumlar yapıp kendilerini çok mağrur, kaliteli ve “Üstat vay ağzına sağlık” triplerine sokuyorlar.

Bravo profesör! Ne profesörü olduğunu söyleyemeyeceğim ama siz anladınız.

En cesur yazdığım yazım olmuş olabilir ama bu vakur tavırların ardındaki gerçek yüzlerini iyi bildiğim için, üç beş beğeni alabilmek adına, kendini kanaat önderi ilan eden bu ahmaklara tenezzül etmemenizi rica edeceğim.

Çünkü ben tahammül edemiyorum.

Güya onaylanma ihtiyacını gece çıkıp, farklı kadınlarla yatarak karşılamak istiyormuş. İnternette hemcinslerine ahlak satarken istemiyorsun yani? Öyle mi?

Onaylandı damgasını cebimizde taşıyıp arada bir yerlerine bassak doymaz ki bu tipler…

Kendilerini duygusallığın okyanusunda boğup, dereden geçemeyen bu tiplerin yeni moda fenomencilik oyunlarının hangi moddan kurtulmak için ortaya çıktığının farkındasınız değil mi?

Önce sizi özgürlüğünüze inandırıp, önünüze acayip bir özgürlük kavramı koyuyorlar, sonra sizi “Vay bunu da mı yaptı” dedirtecek sınırlara yükseltip, ardından kendi içinizde saf sevginin sınırlarına sıkıştırıyorlar.

Sınırlarda kişilik bozukluğunun yeni adı; “Doymuş adama dönüşmek” yemeyin bunları. Sıradan bir özelliği çok farklı bir türmüşsünüz gibi yediriyorlar aslında.

Çünkü çok iyi bilinen bir gerçek var ki; bağımlılıklar bırakılmaz, ara verilir.

Önce şu sigaradan sararmış sakallarınızı, bıyıklarınızı bir kesin, o kokan ağızlarınızı bir çalkalayın ve kalkıp düzgün bir şeyler giyip, kendinize gelin.

Kendinize düzgün davranın ve bunu sağlıklı bir şekilde yapacaksanız da kişisel bakımınızla bu işe başlayın.

Estetik bağımlısı dediğiniz, özgüvenlerini zedelemekten çekinmediğiniz kadınların kendilerine olan saygılarını, iki üç saçma tavırla harcamak yerine sağlıklı bir görsel ve sağlıklı bir akılla destekleyin. 

Bir şeyi moda haline getirecekseniz de poponuzdan düşen pantolonlarınıza sağlam bir deri kemer alıp, sakince oturup beyefendi gibi davranmayı moda haline getirin.

Kızlar siz de daha fazla kariyer, daha fazla güçlü olacağım diye hanımefendiliği elden bırakmayın, cinsiyetçi yaklaşımlar sergilemediğimi biliyorsunuz. Kendisini hangi şekilde tanımlıyorsa, herkes üzerine o davranışın makulünde bir zemin hazırlayabilir.

İkili ilişkilerin genel kadrosundan bahsettiğimin hepimiz farkındayız. Genel kadronun da son dönem hayatımıza giren absürt ilişki tabirleriyle boğulduğundan bahsediyorum.

Bu saçma tiyatronun kimseye bir faydası yok, ahlaksızlığın ve kaygısızlığın da yeni tabirlere hiç ihtiyacı yok. Hayaleti Casper’da, bombayı İzmir’de severiz.

Düşen pantolonunuzdan element uydurmayın…