Son günlerin popüler araştırmalarından biri; ilk buluşmadan sonra görüşmeyi kesen insanların sayı artışındaki trajik yükselme.
Bunun sebebini aslında Shakespeare yaklaşık beş yüzyıl önce söylemiş kendi döneminin nahifliğince açıklamış, “Beğendiğiniz bedenlere, hayalinizdeki ruhları koyup bunu aşk sanıyorsunuz.” diyerek.
Günümüz ilişkileri daha temas odaklı, daha fast food ilişkiler olduğu için bunu daha net bir şekilde özetleyebilirim. Hayatınız bir televizyon dizisi ve olması gereken karakterlere en uygun fiziksel özelliklere sahip kişiyle ilişki kurmaya çalışıyorsunuz.
Oyuncak bebek giydirmek gibi çoğu ilişkinin aşamaları, biraz daha bakım vermek biraz daha içindeki boşluğu elinin altındaki plastik yapıyla doldurmak gibi.
Evliler heyecan arıyor, bekarlar huzur...
Düz saçlıların kıvırcık saça, kıvırcıkların düze özenmesi gibi. Sahip olmadıkların için üzülerek, hayıflanarak arayış içinde geçen bir döngü.
Sistemi rahat bıraksak, derin bir nefes alsak ve ortalamanın üzerinde beklentileri gerçek gibi görmesek belki mutlu olacağız.
Her zaman söylediğim gibi başta mükemmel gelen ve hızlı ilerleyen her şey anlıktır. Sağlam bir temele dayanmaz o yüzden de ilk buluşmadan sonra ikincisi olmaz.
Aklınızla değil libidonuzla hareket ettiğiniz için dipten zirveye çıktığınız flörtlerinizde helyum balonu gibi zirvede patlarsınız.
Durun!
Sakin olun…
Kimse bir yere kaçmıyor ya.
Evet karşınızdaki kadın çok güzel, tam tipiniz, evet adam çok tatlı, çok ortak noktanız var ama bir soluklanın Allah aşkına. Arş-ı aleme yükselen şey duygularınız değil, hormonlarınız.
Hormonlarla alınan kararlar hiç mi korkutmuyor kimseyi?
Hayvanlar aslında hormonlarıyla hareket ederler, düşünme yetileri olmadığından çiftleşmek için feromondan yardım alırlar, beslenmek ve korunmak için de içgüdülerinden.
Ah canım Dolores O’riordan ne güzel de söylerdi; “Ellerimden tut ve benimle gel, gerçekliği değiştirelim, bu hayvansal bir içgüdü.”
Çok yükseldiğimde kendime hep bunu hatırlatırım, mantıklı olmam gereken noktalarda, beni diğer canlılardan ayıran şeye sığınırım, düşünmeye…
Ne zaman da düşünsem ilk kararımın peşinden koşmak yerine, beni en az zararla kurtaracak olana yönelirim.
Daha yöresel bir tabirle buna kısaca şöyle diyebiliriz; “Hızlı giden atın, pisliği seyrek düşermiş.”
O yüzden bir daha görmek dahi istemeyeceğiniz, anlık yükseldiğiniz insanlara ciddi anlamlar yüklemeyi bırakın. Hayatınızın elbette boşlukları var, olacak ve olmalı da…
Ama üçgen boşluğa kare oyuncağı itmeye çalışırsanız bir süre sonra zekâ geriliği de yaşarsınız. Hata yaptıkça düşen özgüven daha da yanlış kararlar vermeye iter insanı. Bir buluşma kötü geçti, tüh ile başlar ve ben zaten doğru adam seçemiyorumla devam eder. Bu döngü umutsuzluğa gittikçe de en kötü kararlarınız en iyi kararlar gibi görünür.
Peşinizden koşacağınız insanlara değil, yolun şekli bozuk olsa da birlikte sabah koşusuna çıkıp dopaminle dolup taşacağınız insanlara vakit ayırın.
Ve bu yazıyı da lütfen Cranberries Animal Instinct dinleyerek okuyun.
Bir sonraki hafta görüşmek üzere…