Hayatımın başka bir değişim evresinde kişisel zevklerime çok da vakit ayıramadığım bir dönemdeyim.
Evet, iş değiştirdim. Yaklaşık altı buçuk senedir her gün farklı bir senaryo ile güne başladığım masamı yaklaşık on gün önce değiştirdim ve bu süreçte gelen “Deniz neden yazmıyorsun?” sorularını gördükçe bir tık gururlandım. Okunduğumu bilmek hoşuma gidiyor, bakın hissetmek değil, bilmek.
Bilmenin verdiği rahatlıkla ilgili konuşmak istiyorum o yüzden. Bir şeyleri kendimize hatırlatmak zorunda kalmadığımız, bazı şifreleri çözmek zorunda bırakılmadığımız en güzel alan bilmenin verdiği rahatlığın konfor alanıdır. Buna kalıbımı basarım.
Bu yüzden bir süredir maruz kaldığım, bir gündemi de bununla birlikte ele alacağım.
Sevginin dili…
Ben ailemin beni sevdiğini bilerek büyüdüm, bunu sorgulamak zorunda kalmadım ya da bana bazı davranışlarıyla hissettirmediler. Sık sık dile getirdiler. Sevgiyi ifade etmenin boğaza takıldığı bir ailede büyümediğim için de insanlara onları sevdiğimi söylemekten çekinen bir karakterim olmadı.
İnsanlardan rahatsız olduğumuz her konuyu fütursuzca onlarla paylaşabiliyoruz, hakaret etmek dünyanın en ayıp ama en kolay suçu ama buna rağmen daha olumlu fikirlerimizi paylaşamıyoruz.
Nedeni çok kaotik gibi görünse de kendi nezdimde vereceğim en klişe cevap “değersizlik hissi”.
Değer görerek yetişen insanların davranışlarıyla, tenkit edilip, kıyaslanarak yetişen insanların davranışları arasında koca bir uçurum var. Ne yapsan eleştirileceğin ya da yargılanarak büyüdüğün bir ortamdan çıkıp toplumun arasına karıştığın zaman toplumun da dengesini bozarsın.
Aykırılık, bir iki giysiye bakmıyor. Aykırılık, ucube gibi görüneceğin çekingenliğinin boyutuyla da alakalı bir kavramdır. Bazen o çemberin ya içindesin ya da dışında. Ama çemberi elimizde çevirip bir rotaya sokabilecek kadar akla sahibiz bunu da unutmamak lazım. Yani “Ben böyle gördüm” diyerek yerinde sayamazsın. O zaman arabanı da yenileme, pantolon da alma, kendine hiçbir yenilik katma ve doğduğun zıbınla hayatını devam ettir.
İşine geldiği kadarıyla gelişim gösteren, gelişime direnen her şeye sonuna kadar karşıyım. Sen berbat bir ivme ile ilerliyorsun, birilerinin zorbalığına maruz kaldın ve kendine kabuk oluşturdun diye herkesi aynı kefede değerlendiremezsin. Unutma gün gelir ayarını bozduğun kantar seni de tartar ve bir noktada direndiğin değişimle ilerleyen herkesin ardından bakarsın.
Geride kalmaktan ölümüne korktuğumuz bu çılgın kuşakta, kişisel gelişimimizi belirli bir seviyede bırakıp boomerların direncine sahip olarak ilerleyebileceğimiz bir kalabalıkta değiliz. Bunu hatırlatmak istiyorum.
Her önüne gelenin kendini guru, yaşam koçu ya da uzman olarak nitelendirdiği dönemin belki de insanlık adına en olumlu katkısı farkındalığı artırmak oldu. Okunulan kitapların kalitesi nefis olmasa da düzeyi ortalamaya kadar çektiğinin de farkındayım.
Ezelden alamadığımız bir kültürü kitabın orta yerinden öğrenmemiz elbette zaman alacaktır ama hiç yoktan iyidir diyorum. Özel olarak ilgi gösterdiğiniz insanların da laf arasında söyledikleri her şeye dikkat etmeniz gerekiyor, bazen boş boş konuşuyorlar zannediyorsunuz ama aslında gerçek kişilikleri bazen bir iki kadehte bazen de bir olaya verdiği anlamsız tepkide kendini gösteriyor.
Hep söylediğim gibi, kimse ait olmadığı bir yerde uzun süre kalmaz. Bu değer yargılarınız ve ona olan saygınız, sevginiz için de geçerli.
Herkese iyi haftalar dilerim…