Hayatın kısa döngüsü içerisinde en sık tekrara düştüğümüz şey beğendiğimizi elde edemediğimiz zaman büründüğümüz kişilik. Ben mesela kendimi tanımlayamıyorum o anlarda, neye dönüştüğümü sonradan fark edebiliyorum.
Özellikle bir ilişki içerisindeyken karşımdaki insana ettiğim eziyetleri ve yaptığım şeyleri sonradan düşündüğüm zaman “Deniz sen neymişsin ya!” diyorum. Nerelerde hata yaptığının farkına vardığın zaman hayatın şifresini çözmüş gibi hissediyorsun.
İnsan sık sık kendini sorgulamalı ve tekrara düşmemek adına özeleştiriyi hayatının merkezine koymalı.
Peki ya biz ne yapıyoruz? İnsanları hayatımızın merkezine koyuyoruz. Her anlamda…
Fikirlerini, tercihlerini, önerilerini ve en önemlisi de yaşam stillerini. Buna da aşk diyoruz, arkadaşlık diyoruz, iletişim sanıyoruz.
Çünkü onu beğenmiş oluyoruz. Elbette dışına vurulmadığın bir şeyin içini merak etmezsin ama iç dünyalarını bilmediğimiz insanların yörüngelerinde feci bir şekilde kayboluyoruz. Benliğimizi unutacak kadar birilerine kapılmak dünyanın en güzel duygusu gibi görünüyor farkındayım. Aşk tarafından bahsediyorum elbette.
En sık karşılaştığımız manipülasyon şeklini romantik ilişkilerimizde görüyoruz zannederken bazen gün içerisinde kurduğumuz diğer ilişkilerde uğradığımız manipülasyonun farkına bile varmıyoruz çoğu zaman.
Tüketim çılgınlığı bizi sürekli ilişki kurmaya zorluyor farkında mısınız? Ekonomik dengenin en güzel unsuru insanların o veya bu şekilde ilişki kurmalarıyla mümkün. Amerika’yı yeniden keşfetmedim tabii ki ama evlilik kurumunun aşırı saygın gösterilmesinin başlıca sebebi ailelerin en güzel tüketici olmaları. İki kişi yola çıkıyorsunuz ihtiyaçlarınızı sıralamaya başlıyorsunuz sonra ailenizi genişletiyorsunuz ve ihtiyaç listeniz de genişliyor.
Üreticilerin en sevdiği grubun bir ferdi olmuşsunuz ama ne açıdan nereden manipüle edildiğinizin farkında olmadan inanılmaz bir döngünün içine giriyorsunuz.
Net bir farkındalığa kavuştuğumuz da ise şunu görüyoruz biz aslında beğendiğimize çekildiğimizi sanmışız. Onu da gerçekten beğendiğimize emin bile değiliz çoğu zaman.
Farkındalık korkunç ama çok gerekli bir şey…
İnsanın ortalama değerini yükselten en doğru yaklaşım farkındalığı yakalamak.
Şimdi koskoca bir kurumu daracık bakış açınla yerle bir ettin diyeceksiniz ve çok da haklısınız. Ama işin bir de sosyoekonomik bölümünden baktığımız zaman bu döngünün yıllar içerisinde insanlara pek de keyifli senaryolar yazmadığını söyleyebilirim.
Çevremdeki boşanma oranlarının hızlı artışı ve insanların primitif dönemdeki yalnızlığa imrenmeleri tesadüf gibi gelmemeye başladı.
İnsan ruhu gerçekten bağlanmaya uygun değil mi?
Bağlanmanın hangi türü olursa olsun bir şekilde özgür kalmaya meyilli insanoğlu ikili ilişkilerinde hep aynı tekrara düşüyor. Özgür kaldıkça bağlanma arzusu.
Bağlandıkça özgürleşmeye olan özlem.
Bekarlara soruyorum yalnızlık berbat, evlilere soruyorum bekarlık sultanlık.
Zaten düz saçlılar da hep kıvırcık saçları olsun ister, kıvırcıklar da düz…
Elimizde olmayanlar için elimizde olanların mutsuzluğu içinde kıvrana kıvrana arabesk bir ruh haline bürünüyoruz. İnsan keşfetmeye, öğrenmeye, gelişmeye ayıracağı vakti “Ah ulan”lar la geçiriyor.
Diyorum ya hangisini tecrübe etsen öbürüne imrenerek ortalama 70-80 yılı deviriyorsun. Sonra da o klişe sözü duyuyorsun; “Yaptıklarından pişman olma, yapmadıklarından pişman olacaksın.”
Manipülasyonlara boğun eğmeyen cesurlar ortamı terk ettikleri için pişman olmasınlar. Azıcık bir fırsatta ortamın tüm manipülasyon gücünü ele geçiren alfalar da alfalıklarından pişman olmasınlar.
Yazının başında dediğim o dönüşüm var ya…
İşte ben de o dönüşümden pişman olmuyorum. Çünkü günlük hayatımda içimde on kaplan gücündeki o kızla ölsem hesaplaşamam ama onu ansızın ortaya çıkarttığım zaman hissettiğim adrenalin beni canlı tutuyor.
Bir şekilde o insana dönüşmek istemiyorum, sonrasında üzülüyorum ve bakıyorum ki o dönüşümlerle daha da olgunlaşıyorum.
O yüzden ne yapıyoruz?
A. Tüm kalıpları, sorguları, zorlamaları ve en önemlisi başkalarının fikirlerini hayatımızın merkezine almıyoruz.
B. Sevginin bu olmadığına emin oluyoruz ve sevilmenin böyle bir şey hissettirmediğinin farkına varıyoruz.
Bir konuda kendimi geliştirmek istiyorsam ve buna hazırsam ben kendimi eleştirebilirim. Yersiz ve kırıcı öneriler ile değil, partner baskısıyla değil, arkadaş tribiyle değil kendi irademle bunu becerebilirim. Dış etkenlerin, kendi varoluşsal krizlerinin sonrasında oluşturdukları ego tatminine boyun eğmeden kendimizi inşa edecek kadar aklımız var. Tek gereken cesaret.